16 Aralık 2012 Pazar

Memleketimden İnsan Manzaraları "Nazım Hikmet Ran"



           Memleketimden insan manzaraları
Haydarpaşa garında             
1941 baharında                       
saat on beş.         
Merdivenlerin üstünde güneş             
yorgunluk             
ve telaş.             
Bir adam                                 
merdivenlerde duruyor                                      
bir şeyler düşünerek.
Zayıf.                                           
Korkak.                                         
Burnu sivri ve uzun
yanaklarının üstü çopur.
Merdivenlerdeki adam                                          
— Galip Usta —
tuhaf şeyler düşünmekle meşhurdur :
“Kâat helvası yesem her gün” diye düşündü
5 yaşında.
“Mektebe gitsem” diye düşündü 
10 yaşında.
“Babamın bıçakçı dükkânından 
Akşam ezanından önce çıksam” diye düşündü
11 yaşında.
“Sarı iskarpinlerim olsa 
kızlar bana baksalar” diye düşündü 
15 yaşında.
“Babam neden kapattı dükkânını? 
Ve fabrika benzemiyor babamın dükkânına”
diye düşündü  
16 yaşında.
“Gündeliğim artar mı?” diye düşündü.
20 yaşında.
“Babam ellisinde öldü,
ben de böyle tez mi öleceğim?” 
diye düşündü 
21 yaşındayken. 
“İşsiz kalırsam” diye düşündü
22 yaşında. 
“İşsiz kalırsam” diye düşündü
23 yaşında. 
“İşsiz kalırsam” diye düşündü
24 yaşında.
Ve zaman zaman işsiz kalarak
“İşsiz kalırsam” diye düşündü                
50 yaşına kadar.    
51 yaşında “İhtiyarladım” dedi,
“babamdan bir yıl fazla yaşadım.”   
Şimdi 52 yaşındadır.
İşsizdir. 
Şimdi merdivenlerde durup                                    
kaptırmış kafasını
düşüncelerin en tuhafına :
“Kaç yaşında öleceğim?
Ölürken üzerimde yorganım olacak mı?”
diye düşünüyor.
Burnu sivri ve uzun.
Yanaklarının üstü çopur.
Denizde balık kokusuyla 
döşemelerde tahtakurularıyla gelir
Haydarpaşa garında bahar.
Sepetler ve heybeler
merdivenlerden inip
merdivenleri çıkıp             
merdivenlerde duruyorlar.
Polisin yanında bir çocuk
— tahminen beş yaşında —
iniyor merdivenleri. 
Nüfusta kaydı yok
fakat ismi Kemal.
Merdivenleri bir heybe çıkıyordu
bir halı-heybe.
Merdivenlerden inen Kemal
yapayalnızdı
— kundurasız ve gömleksiz —  
ortasında kâinatın.
Açlığından başka bir şey hatırlamıyor
bir de hayal meyal   
karanlık bir yerde bir kadın.
Merdivenleri çıkan heybenin 
kırmızı, mavi, siyahtı nakışları.
Halı-heybeler
ata, katıra, yaylıya binerlerdi eskiden,
şimdi şimendifere biniyorlar.
Merdivenleri bir kadın iniyor.  
Çarşaflı 
şişman 
Adviye Hanım. 
An-asıl Kafkasyalı. 
1311’de kızamık
1318’de gelin oldu.
Çamaşır yıkadı. 
Yemek pişirdi.                                                           
Çocuk doğurdu. 
Ve biliyor ki öldüğü zaman
bir şal koyacaklar tabutuna
selâtin camilerinden.
Bir damadı imamdır.
Merdivenlerin üstünde güneş 
bir baş yeşil soğan
ve bir insan :
Ahmet Onbaşı.
Balkan Harbinde gitti. 
Seferberlikte gitti. 
Yunan Harbinde gitti. 
“Ha dayan hemşerim sonuna vardık”
sözü meşhurdur.
Merdivenlerden bir kız çıkıyordu.
Çorapta çalışır.
— Tophane caddesi, Galata. —
Âtifet on üç yaşındadır.
Galip Usta
baktı Âtifet’e,
“Evlenseydim eğer
torunum olurdu bu kadar”
diye düşündü.
“Çalışırdı, bana bakar”
diye düşündü.
Sonra birdenbire aklına Şevkiye geldi. 
Emin’in kızı. 
Mavi mavi gözleri vardı. 
Geçen sene
daha âdet görmeden
Şahbaz’ın arsasında bozmuşlardı.
Sepetler ve heybeler
merdivenlerden inip
merdivenleri çıkıp
merdivenlerde duruyorlar.
Ahmet Onbaşı
— yine askerdi — 
yetişti halı-heybeye. 
Öptü elini. 
Halı-heybe
ve mavi mintan, palto, siyah şalvar
ve keten lastik iskarpinler, 
fötür şapka, sakal, 
ve lahurî şal
kuşak
onbaşının omzunu okşayarak : 
“— Hayıflanma birkaç kalem borç için” dedi, 
“hane halkını sıkıştırmayız. 
Yalnız biraz faiz biner.”
Haydarpaşa koyunda
martılar inip kalkıyor
denizde leşlerin üstünde.            
İmrenilir şey değil
martıların hayatı.
Garın saatı
üçü beş geçiyor. 
Siloların orda
buğday yüklüyorlar
İtalyan bandıralı bir şilebe.
Ayrıldı onbaşıdan halı-heybe  
gara girdi.
Merdivenlerde güneş 
yorgunluk
ve telaş 
ve bir altın başlı kelebek ölüsü var. 
Kocaman insan ayaklarına aldırmadan 
bembeyaz, upuzun taşın üstünde
taşıyor karıncalar kelebeğin ölüsünü.
Adviye Hanım 
sokuldu polis efendiye. 
Bir şeyler konuşuldu. 
Okşadı çocuk Kemal’i. 
Ve hep beraber
karakola gittiler. 
Ve her ne kadar 
bir daha görülmeyecekse de      
hayal meyal
karanlık bir yerlerde hatırlanan kadın 
çocuk Kemal
yapayalnız değil artık
ortasında kâinatın. 
Bir parça bulaşık yıkayıp
biraz su taşıyacak 
ve Adviye Hanımın dizi dibinde yaşayacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder